Skip to main content

0001 Müze

12 Eylül 1980 Darbesiyle ilgili Türkiye’nin ilk dijital müzesi ve insan hakları arşivi

Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi 12 Eylül 1980 Darbesi sürecinde işlenmiş insanlığa karşı suçların kaydını tutuyor ve hak ihlallerini görünür kılıyor.

Müze 42 yıldır devam eden adalet mücadelesi ve geçmişle yüzleşme pratiklerine Sözlü Tarih, Dava Dosyaları ve Bellek Nesneleri koleksiyonlarıyla dijital bir bellek mekanı sunuyor.

Bunu yaparken açık, demokratik ve kolektif bir platform olarak tarihi aşağıdan yukarı müşterekleştiriyor.

Bir insan hakları arşivi olarak Bellek Müzesi koleksiyonlarındaki belgeler bu dönemde hedef alınanların mücadelesine ve özellikle 1960 – 1991 arasındaki toplumsal ve hukuki süreçlere ışık tutuyor.

Müzede devrimci mücadelenin yükselişinden öğrenci hareketlerine, sendikal örgütlenmeye, kadınların siyasi mücadelesinden anti-faşist direnişe kadar birçok tanıklığın yanında darbenin kolektif belleği, askeri rejim ve onun hukuk sistemi, insan hakları ihlalleri, adalet mücadelesi, uluslararası dayanışma, cezasızlık, yüzleşme ve hesap sorma pratiklerine dair bilgiler yer alıyor.

Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi, Research Institute on Turkey’nin (Türkiye Araştırmaları Enstitüsü) Kolektif Hafıza Çalışma Grubu’nun bir araştırması olarak hayata geçirildi. Çalışmayı destekleyen kurumlar, insan hakları örgütleri, hukukçular, hak savunucuları, tanıklar, akademisyenler ve yazarlar ortak bir amaç için bir araya geldiler: 12 Eylül Darbesi’ne dair verileri derlemek, darbenin bugüne dek süren etkilerini bilgiler ve belgeler ışığında anlamak ve demokrasi mücadelesinin aktif bir bileşeni olmak için.

Çünkü geçmiş bugündür…

Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi 12 Eylül 1980 Darbesi sürecinde işlenmiş insanlığa karşı suçların kaydını tutuyor ve hak ihlallerini görünür kılıyor.

Müze 42 yıldır devam eden adalet mücadelesi ve geçmişle yüzleşme pratiklerine Sözlü Tarih, Dava Dosyaları ve Bellek Nesneleri koleksiyonlarıyla dijital bir bellek mekanı sunuyor.

Bunu yaparken açık, demokratik ve kolektif bir platform olarak tarihi aşağıdan yukarı müşterekleştiriyor.

Bir insan hakları arşivi olarak Bellek Müzesi koleksiyonlarındaki belgeler bu dönemde hedef alınanların mücadelesine ve özellikle 1960 – 1991 arasındaki toplumsal ve hukuki süreçlere ışık tutuyor.

Müzede devrimci mücadelenin yükselişinden öğrenci hareketlerine, sendikal örgütlenmeye, kadınların siyasi mücadelesinden anti-faşist direnişe kadar birçok tanıklığın yanında darbenin kolektif belleği, askeri rejim ve onun hukuk sistemi, insan hakları ihlalleri, adalet mücadelesi, uluslararası dayanışma, cezasızlık, yüzleşme ve hesap sorma pratiklerine dair bilgiler yer alıyor.

Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi, Research Institute on Turkey’nin (Türkiye Araştırmaları Enstitüsü) Kolektif Hafıza Çalışma Grubu’nun bir araştırması olarak hayata geçirildi. Çalışmayı destekleyen kurumlar, insan hakları örgütleri, hukukçular, hak savunucuları, tanıklar, akademisyenler ve yazarlar ortak bir amaç için bir araya geldiler: 12 Eylül Darbesi’ne dair verileri derlemek, darbenin bugüne dek süren etkilerini bilgiler ve belgeler ışığında anlamak ve demokrasi mücadelesinin aktif bir bileşeni olmak için.

Çünkü geçmiş bugündür…

12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren liderliğinde emir ve komuta zinciri içinde yürütülen Bayrak Harekâtı ile  Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. sonuca ulaşmış askeri darbesini gerçekleştirdi ve ülke yönetimine bütünüyle el koydu. Sabah saat 4:00’te tüm yurtta PTT ve TRT aracılığıyla Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren imzasıyla darbenin 1 No’lu Bildirisi okundu.

12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren liderliğinde emir ve komuta zinciri içinde yürütülen Bayrak Harekâtı ile  Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. sonuca ulaşmış askeri darbesini gerçekleştirdi ve ülke yönetimine bütünüyle el koydu. Sabah saat 4:00’te tüm yurtta PTT ve TRT aracılığıyla Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren imzasıyla darbenin 1 No’lu Bildirisi okundu.

‘Girişilen harekatın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır…’ dendi.

Bu andan itibaren Milli Güvenlik Konseyi bildiriler, kararlar ve kanunlarla tüm yasama ve anayasa yetkisini elinde toplayarak çeşitli alanlarda düzenlemelere gitti.

‘Girişilen harekatın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır…’ dendi.

Bu andan itibaren Milli Güvenlik Konseyi bildiriler, kararlar ve kanunlarla tüm yasama ve anayasa yetkisini elinde toplayarak çeşitli alanlarda düzenlemelere gitti.

MGK 4 Numaralı Bildirisi ile Milli Güvenlik Konseyi’nin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (Başkan), üyeler Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’dan oluştuğu ve Genel Sekreterliğine Orgeneral Haydar Saltık’ın atandığı duyuruldu. 

MGK 1 Numaralı Bildirisi ile Parlamento ve Hükümet feshedildi. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Halihazırda 22 ilde uygulanmakta olan sıkıyönetim bütün yurtta ilan edildi. Saat 05:00’ten itibaren ikinci bir emre kadar tüm ülkede sokağa çıkma yasağı konuldu.

MGK 2 Numaralı Bildirisi ile Türkiye 13 sıkıyönetim bölgesine bölündü; her bölgeye bir general sıkıyönetim komutanı olarak atandı. “Lüzum görecekleri her türlü tertip ve tedbiri almaya yetkili” kılınan sıkıyönetim komutanlarına adeta sınırsız bir güç verildi. MGK 6 ve 7 nolu Kararlarıyla sıkıyönetim askeri mahkemeleri kuruldu ve  hakim ve savcı atama yetkisi MGK’ya verildi.

MGK 4 Numaralı Bildirisi ile Milli Güvenlik Konseyi’nin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (Başkan), üyeler Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’dan oluştuğu ve Genel Sekreterliğine Orgeneral Haydar Saltık’ın atandığı duyuruldu. 

MGK 1 Numaralı Bildirisi ile Parlamento ve Hükümet feshedildi. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Halihazırda 22 ilde uygulanmakta olan sıkıyönetim bütün yurtta ilan edildi. Saat 05:00’ten itibaren ikinci bir emre kadar tüm ülkede sokağa çıkma yasağı konuldu.

MGK 2 Numaralı Bildirisi ile Türkiye 13 sıkıyönetim bölgesine bölündü; her bölgeye bir general sıkıyönetim komutanı olarak atandı. “Lüzum görecekleri her türlü tertip ve tedbiri almaya yetkili” kılınan sıkıyönetim komutanlarına adeta sınırsız bir güç verildi. MGK 6 ve 7 nolu Kararlarıyla sıkıyönetim askeri mahkemeleri kuruldu ve  hakim ve savcı atama yetkisi MGK’ya verildi.

07.11.1980 günlü ve 2337 sayılı yasa ile 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 15. maddesinde değişiklik yapılarak gözaltı süresi 90 güne çıkarıldı.

Bu yargı organları 12 Eylül 1980 döneminin en güçlü organları haline dönüştürüldü. Emir, telkin ve baskılara açık olarak hareket eden sıkıyönetim mahkemeleri ve Askeri Yargıtay, özellikle 765 sayılı TCK 141, 142, 146, 168, 169 ve 125. maddelerine getirdikleri yeni yorumlarla 12 Eylül 1980 Darbesi’nin temel amaçlarına uygun davrandılar. 

07.11.1980 günlü ve 2337 sayılı yasa ile 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 15. maddesinde değişiklik yapılarak gözaltı süresi 90 güne çıkarıldı.

Bu yargı organları 12 Eylül 1980 döneminin en güçlü organları haline dönüştürüldü. Emir, telkin ve baskılara açık olarak hareket eden sıkıyönetim mahkemeleri ve Askeri Yargıtay, özellikle 765 sayılı TCK 141, 142, 146, 168, 169 ve 125. maddelerine getirdikleri yeni yorumlarla 12 Eylül 1980 Darbesi’nin temel amaçlarına uygun davrandılar. 

MGK 6 Numaralı Bildirisi ile emir komuta zinciri içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevlerine devam edecekleri belirtildi. MGK 9 Numaralı Bildirisi ile Emniyet Genel Müdürlüğü tüm teşkilatı ile beraber Jandarma Genel Komutanlığı’nın emir ve kuruluşuna verildi. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne Korgeneral Hayrettin Tulunay getirildi.

MGK 6 Numaralı Bildirisi ile emir komuta zinciri içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevlerine devam edecekleri belirtildi. MGK 9 Numaralı Bildirisi ile Emniyet Genel Müdürlüğü tüm teşkilatı ile beraber Jandarma Genel Komutanlığı’nın emir ve kuruluşuna verildi. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne Korgeneral Hayrettin Tulunay getirildi.

MGK 7 Numaralı Bildirisi ile siyasi parti faaliyetleri yasaklandı. Parti bina ve tesisleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca emniyet ve kontrol altına alındı. DİSK, MİSK ve bunlara bağlı sendikaların faaliyetleri durduruldu. Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay hariç bütün derneklerin faaliyetleri durduruldu. Milli Güvenlik Konseyi, 2 Haziran 1981’de, 52 numaralı Kararı ile 11 Eylül 1980 tarihinde parlamentoda üyesi bulunan siyasi parti üyeleri ve yöneticilerinin Türkiye’nin geçmiş veya gelecek siyasi ya da hukuki yapısıyla ilgili olarak kendi anlayışları doğrultusunda sözlü veya yazılı beyanda bulunmaları, makale yazmaları veya bu amaçlarla toplantı yapmaları yasaklandı. 16 Ekim 1981 tarih ve 1533 sayılı Siyasî Partilerin Feshine Dair Kanun ile 11 Eylül 1980 itibariyle faaliyet gösteren tüm siyasî partiler kapatıldı ve tüm taşınır taşınmaz malları Hazine’ye devredildi. 

Milli Güvenlik Konseyi’nin 15 Numaralı Bildirisi ile tüm grev ve lokavtlar ikinci bir karara kadar ertelendi. Bütün işyerlerinde 15 Eylül 1980 sabahı üretime başlanacağı açıklandı. 15 Eylül 1980 tarihli ve 8 numaralı MGK Kararı ile DİSK, MİSK ve Hak-İş ile bunlara bağlı sendikaların hesapları bloke edildi. 21 Eylül 1980 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nda değişiklik yapan kanun ile sıkıyönetim komutanlıklarına grev, lokavt ve irade beyanı gibi sendikal faaliyetleri sürekli olarak durdurma ve izne bağlama yetkisi tanındı.

25 Eylül 1980 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Konseyi Yasama Görevleri İçtüzüğü ile yasama yetkisini üzerine alan Milli Güvenlik Konseyi, 27 Ekim 1980 tarihli adeta geçici anayasa da denebilecek Anayasa Düzeni Hakkında Kanun ile anayasada değişiklik yapma yetkisini de kendisine aldı. MGK sadece 1981’in sonuna kadar 51 tanesi yeni yasa olmak üzere toplam 268 yasa çıkardı. Bunlar özellikle asayiş, ceza kanunu ve yargılaması, ölüm cezasının infazı ve TSK’nın ihtiyaçları ile ilgiliydi. Tüm askerî rejim döneminde ise toplam 669 yasa çıkarıldı. 29 Haziran 1981 tarihli Kurucu Meclis Hakkında Kanun ile MGK ve Danışma Meclisi’nden oluşan Kurucu Meclis anayasa ve gerekli yasaları yapmakla görevlendirildi. 160 üyeli Danışma Meclisi’nin üyeleri ya doğrudan (40 üye) ya da dolaylı olarak (her ili temsilen valisinin önereceği adaylar arasından) MGK tarafından seçilecekti. Danışma Meclisi ilk toplantısını 23 Ekim 1981 günü yaptı.

MGK 3 Numaralı Bildirisi ile halkın zaruri ihtiyaçlarının sokağa çıkma yasağı çerçevesinde nasıl karşılanacağı ve sıkıyönetim veya garnizon komutanlıklarından alınacak izinler düzenlendi. 

MGK 8 Numaralı Bildirisi ile devlet dairelerinde, belediyelerde, KİT ve özerk devlet kuruluşlarında çalışan tüm memur, sözleşmeli ve ücretli personelin emeklilik, istifa, işten ayrılma ve atamaları durduruldu.

Devlet Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve MGK Başkanı sıfatıyla Kenan Evren, 20.09.1980 tarihli yazıyla emekli Oramiral Bülend Ulusu’yu Başbakan olarak görevlendirdi ve onun tarafından seçilecek Bakanlar Kurulu’nu bildirmesini istedi.

MGK 7 Numaralı Bildirisi ile siyasi parti faaliyetleri yasaklandı. Parti bina ve tesisleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca emniyet ve kontrol altına alındı. DİSK, MİSK ve bunlara bağlı sendikaların faaliyetleri durduruldu. Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay hariç bütün derneklerin faaliyetleri durduruldu. Milli Güvenlik Konseyi, 2 Haziran 1981’de, 52 numaralı Kararı ile 11 Eylül 1980 tarihinde parlamentoda üyesi bulunan siyasi parti üyeleri ve yöneticilerinin Türkiye’nin geçmiş veya gelecek siyasi ya da hukuki yapısıyla ilgili olarak kendi anlayışları doğrultusunda sözlü veya yazılı beyanda bulunmaları, makale yazmaları veya bu amaçlarla toplantı yapmaları yasaklandı. 16 Ekim 1981 tarih ve 1533 sayılı Siyasî Partilerin Feshine Dair Kanun ile 11 Eylül 1980 itibariyle faaliyet gösteren tüm siyasî partiler kapatıldı ve tüm taşınır taşınmaz malları Hazine’ye devredildi. 

Milli Güvenlik Konseyi’nin 15 Numaralı Bildirisi ile tüm grev ve lokavtlar ikinci bir karara kadar ertelendi. Bütün işyerlerinde 15 Eylül 1980 sabahı üretime başlanacağı açıklandı. 15 Eylül 1980 tarihli ve 8 numaralı MGK Kararı ile DİSK, MİSK ve Hak-İş ile bunlara bağlı sendikaların hesapları bloke edildi. 21 Eylül 1980 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nda değişiklik yapan kanun ile sıkıyönetim komutanlıklarına grev, lokavt ve irade beyanı gibi sendikal faaliyetleri sürekli olarak durdurma ve izne bağlama yetkisi tanındı.

25 Eylül 1980 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Konseyi Yasama Görevleri İçtüzüğü ile yasama yetkisini üzerine alan Milli Güvenlik Konseyi, 27 Ekim 1980 tarihli adeta geçici anayasa da denebilecek Anayasa Düzeni Hakkında Kanun ile anayasada değişiklik yapma yetkisini de kendisine aldı. MGK sadece 1981’in sonuna kadar 51 tanesi yeni yasa olmak üzere toplam 268 yasa çıkardı. Bunlar özellikle asayiş, ceza kanunu ve yargılaması, ölüm cezasının infazı ve TSK’nın ihtiyaçları ile ilgiliydi. Tüm askerî rejim döneminde ise toplam 669 yasa çıkarıldı. 29 Haziran 1981 tarihli Kurucu Meclis Hakkında Kanun ile MGK ve Danışma Meclisi’nden oluşan Kurucu Meclis anayasa ve gerekli yasaları yapmakla görevlendirildi. 160 üyeli Danışma Meclisi’nin üyeleri ya doğrudan (40 üye) ya da dolaylı olarak (her ili temsilen valisinin önereceği adaylar arasından) MGK tarafından seçilecekti. Danışma Meclisi ilk toplantısını 23 Ekim 1981 günü yaptı.

MGK 3 Numaralı Bildirisi ile halkın zaruri ihtiyaçlarının sokağa çıkma yasağı çerçevesinde nasıl karşılanacağı ve sıkıyönetim veya garnizon komutanlıklarından alınacak izinler düzenlendi. 

MGK 8 Numaralı Bildirisi ile devlet dairelerinde, belediyelerde, KİT ve özerk devlet kuruluşlarında çalışan tüm memur, sözleşmeli ve ücretli personelin emeklilik, istifa, işten ayrılma ve atamaları durduruldu.

Devlet Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve MGK Başkanı sıfatıyla Kenan Evren, 20.09.1980 tarihli yazıyla emekli Oramiral Bülend Ulusu’yu Başbakan olarak görevlendirdi ve onun tarafından seçilecek Bakanlar Kurulu’nu bildirmesini istedi.

12 Eylül 1980 darbesinden sadece 9 gün sonra kurulan Bülend Ulusu Hükümeti 27 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi’ne hükümet programını sundu. Hükümet 30 Eylül 1980’de feshedilen parlamento yerine MGK’dan güvenoyu aldı.

12 Eylül 1980 darbesinden sadece 9 gün sonra kurulan Bülend Ulusu Hükümeti 27 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi’ne hükümet programını sundu. Hükümet 30 Eylül 1980’de feshedilen parlamento yerine MGK’dan güvenoyu aldı.

12 Eylül askeri darbesi ve rejiminin temel hedefi işçi sınıfının toplumsal, sendikal ve siyasal örgütlenmeleri idi. Bu doğrultuda, devletin kısa vadede stratejisi şiddet ve baskı politikaları; uzun vadede stratejisi ise bu kesimlerin siyasal gücünü imkansız kılacak şekilde devletin kurumsal mimarisinin yeniden yapılandırılmasıydı.

Bu sürecin en erken ve en belirgin icraatı sosyalist solun genel toplumsal muhalefet üzerindeki gücünü kırmak ve gündeme yön verme kabiliyetini bitirmek oldu. Darbenin hemen ardından başlayan gözaltılarla binlerce insan ansızın evlerinden alınarak karakollara, emniyet müdürlüklerine ve artık işkencehane olarak kullanılacak devlet binalarına, özel mülk ve tesislere götürüldüler. Askerlerin yanı sıra Emniyet ve MİT mensupları da sonraki 10 yıl içinde şiddeti artarak devam edecek işkenceleri bu  binalarda hayata geçirdiler. 

12 Eylül askeri darbesi ve rejiminin temel hedefi işçi sınıfının toplumsal, sendikal ve siyasal örgütlenmeleri idi. Bu doğrultuda, devletin kısa vadede stratejisi şiddet ve baskı politikaları; uzun vadede stratejisi ise bu kesimlerin siyasal gücünü imkansız kılacak şekilde devletin kurumsal mimarisinin yeniden yapılandırılmasıydı.

Bu sürecin en erken ve en belirgin icraatı sosyalist solun genel toplumsal muhalefet üzerindeki gücünü kırmak ve gündeme yön verme kabiliyetini bitirmek oldu. Darbenin hemen ardından başlayan gözaltılarla binlerce insan ansızın evlerinden alınarak karakollara, emniyet müdürlüklerine ve artık işkencehane olarak kullanılacak devlet binalarına, özel mülk ve tesislere götürüldüler. Askerlerin yanı sıra Emniyet ve MİT mensupları da sonraki 10 yıl içinde şiddeti artarak devam edecek işkenceleri bu  binalarda hayata geçirdiler. 

Askeri rejim, anarşi ve terörle özdeşleştirdiği tüm faaliyetleri ilk elden yasaklamaya girişti. Siyasi partileri kapattı, demokratik bir hak olan örgütlenme hakkını burjuvazi dışında herkes için tümden ortadan kaldırdı. Sendikaları, meslek örgütlerini, dernekleri ve kooperatifleri yasakladı. Gazetelerin yayın hayatına son verdi; binlerce yayına yasak getirdi. Üniversite özerkliğini ve akademik özgürlüğü tahrip edecek yeni kanun ve uygulamalarla akademik hayatı ve yükseköğretimi bugün son aşamasını gördüğümüz dönülmez bir yola soktu.

Askeri rejim, anarşi ve terörle özdeşleştirdiği tüm faaliyetleri ilk elden yasaklamaya girişti. Siyasi partileri kapattı, demokratik bir hak olan örgütlenme hakkını burjuvazi dışında herkes için tümden ortadan kaldırdı. Sendikaları, meslek örgütlerini, dernekleri ve kooperatifleri yasakladı. Gazetelerin yayın hayatına son verdi; binlerce yayına yasak getirdi. Üniversite özerkliğini ve akademik özgürlüğü tahrip edecek yeni kanun ve uygulamalarla akademik hayatı ve yükseköğretimi bugün son aşamasını gördüğümüz dönülmez bir yola soktu.

İşkence askeri rejim tarafından sistematik ve yaygın bir şekilde binlerce insana uygulandı ve bunun sonucunda işkencede ölümler dahil uluslararası hukukta suç kabul edilen birçok uygulama hayata geçirildi.  

Darbe her ne kadar esas olarak sosyalist solu hedef aldıysa da belli bir ölçüde milliyetçi/muhafazakar çizgide siyaset yapan bazı kurum ve kişiler de insanlığa karşı suçlara maruz kaldı.

Ülkenin dört bir yanında işkenceler, insanlık dışı uygulamalar ve idamlar devam ederken gündelik yaşam da sürmekteydi.  Hapishaneler ve emniyet binalarındaki işkence seslerine şehrin sesleri karışıyordu. Bir yandan baskıcı uygulamaların üzeri örtülüyor, diğer yandan toplumsal ve ekonomik hayatın yeniden inşası olanca hızıyla devam ediyordu. 

Sıkıyönetim mahkemelerinde hukuksuz yargılamalar yıllarca sürdü. Bu uygulamaların en büyük dayanağını şüphesiz yasama, yürütme ve yargıyı emir komuta zinciri içinde tüm yetkiyle elinde tutan Milli Güvenlik Konseyi oluşturuyordu. 

12 Eylül darbesiyle inşa edilen askeri rejim tıpkı Arjantin, Şili, Brezilya ve El Salvador örneklerinde olduğu gibi ülkenin izleyen yıllardaki tüm toplumsal, ekonomik ve siyasal hayatını yeniden şekillendirdi. Darbe elbette halka karşı yapılmıştı ve dönemin Türk Ceza Kanunu’nun 146. Maddesi’ne göre Türk Silahlı Kuvvetleri suç işlemişti.

İşkence askeri rejim tarafından sistematik ve yaygın bir şekilde binlerce insana uygulandı ve bunun sonucunda işkencede ölümler dahil uluslararası hukukta suç kabul edilen birçok uygulama hayata geçirildi.  

Darbe her ne kadar esas olarak sosyalist solu hedef aldıysa da belli bir ölçüde milliyetçi/muhafazakar çizgide siyaset yapan bazı kurum ve kişiler de insanlığa karşı suçlara maruz kaldı.

Ülkenin dört bir yanında işkenceler, insanlık dışı uygulamalar ve idamlar devam ederken gündelik yaşam da sürmekteydi.  Hapishaneler ve emniyet binalarındaki işkence seslerine şehrin sesleri karışıyordu. Bir yandan baskıcı uygulamaların üzeri örtülüyor, diğer yandan toplumsal ve ekonomik hayatın yeniden inşası olanca hızıyla devam ediyordu. 

Sıkıyönetim mahkemelerinde hukuksuz yargılamalar yıllarca sürdü. Bu uygulamaların en büyük dayanağını şüphesiz yasama, yürütme ve yargıyı emir komuta zinciri içinde tüm yetkiyle elinde tutan Milli Güvenlik Konseyi oluşturuyordu. 

12 Eylül darbesiyle inşa edilen askeri rejim tıpkı Arjantin, Şili, Brezilya ve El Salvador örneklerinde olduğu gibi ülkenin izleyen yıllardaki tüm toplumsal, ekonomik ve siyasal hayatını yeniden şekillendirdi. Darbe elbette halka karşı yapılmıştı ve dönemin Türk Ceza Kanunu’nun 146. Maddesi’ne göre Türk Silahlı Kuvvetleri suç işlemişti.

Başta Kenan Evren olmak üzere darbe savunucularının en temel gerekçesi ülkede ‘anarşi sebebiyle huzur ve güven ortamının kalmaması’ idi. Evren ‘demokrasiyi tesis etmek’ adına darbenin yasaklarla  inşa ettiği askeri rejimi anlatmak için Türkiye’nin bütün illerini ve birçok ilçesini gezerek halkla buluştu ve bu yeni rejimin kabulü için konuşmalar yaptı. 

Başta Kenan Evren olmak üzere darbe savunucularının en temel gerekçesi ülkede ‘anarşi sebebiyle huzur ve güven ortamının kalmaması’ idi. Evren ‘demokrasiyi tesis etmek’ adına darbenin yasaklarla  inşa ettiği askeri rejimi anlatmak için Türkiye’nin bütün illerini ve birçok ilçesini gezerek halkla buluştu ve bu yeni rejimin kabulü için konuşmalar yaptı. 

Askeri rejimin ana hedeflerinden biri yeni bir devlet biçimini ve siyasal rejimi kurumsallaştırmak ve daimi kılmaktı. Yürürlükteki 1961 Anayasası bunun önünde bir engeldi. Danışma Meclisi bünyesinde bir Anayasa Komisyonu kuruldu ve  başkanlığını Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı’nın yaptığı Komisyon, son halini MGK’nın verdiği 1982 Anayasası’nı hazırladı. 1982 Anayasası devleti kutsallaştırdı, toplum ve birey karşısında devlete mutlak bir öncelik atfetti. Tüm temel siyasal ve sendikal hak ve özgürlükler devletin bekası, millî güvenlik, kamu düzeni ve genel ahlak gibi keyfi yorumlara açık gerekçelerle hiç olmadığı kadar kısıtlandı. Güçlü devlet – güçlü yürütme yaratmak adına yasama ve yargı karşısında yürütme hakim kılındı. Yürütmenin içinde de karar alma mekanizmaları Başbakan veya doğrudan Başbakanlık’a bağlı kurumlar, arttırılan yetkileriyle Cumhurbaşkanlığı ve Millî Güvenlik Kurulu gibi kurumlarda toplanarak daha da merkezileştirildi. Yasama karşısında yürütmeyi güçlendirmek için yasalar yerine kanun hükmünde kararnamelerle yönetim başladı.

Askeri rejimin ana hedeflerinden biri yeni bir devlet biçimini ve siyasal rejimi kurumsallaştırmak ve daimi kılmaktı. Yürürlükteki 1961 Anayasası bunun önünde bir engeldi. Danışma Meclisi bünyesinde bir Anayasa Komisyonu kuruldu ve  başkanlığını Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı’nın yaptığı Komisyon, son halini MGK’nın verdiği 1982 Anayasası’nı hazırladı. 1982 Anayasası devleti kutsallaştırdı, toplum ve birey karşısında devlete mutlak bir öncelik atfetti. Tüm temel siyasal ve sendikal hak ve özgürlükler devletin bekası, millî güvenlik, kamu düzeni ve genel ahlak gibi keyfi yorumlara açık gerekçelerle hiç olmadığı kadar kısıtlandı. Güçlü devlet – güçlü yürütme yaratmak adına yasama ve yargı karşısında yürütme hakim kılındı. Yürütmenin içinde de karar alma mekanizmaları Başbakan veya doğrudan Başbakanlık’a bağlı kurumlar, arttırılan yetkileriyle Cumhurbaşkanlığı ve Millî Güvenlik Kurulu gibi kurumlarda toplanarak daha da merkezileştirildi. Yasama karşısında yürütmeyi güçlendirmek için yasalar yerine kanun hükmünde kararnamelerle yönetim başladı.

Yargı bağımsızlığı bozuldu; yargı denetimi etkisizleştirildi. Siyasal partilerle ilgili hükümlerle siyasal partilerin toplum ile bağ kurması engellendi. Partiler devlet denetimine sokularak faaliyet alanları sınırlandırıldı ve kapatılmaları kolaylaştırıldı. Yüzde 10 ülke barajı uygulamasını barındıran yeni seçim kanunu ile temsilde adalet ilkesi yürütmenin istikrarı adına terk edildi.   

Üniversite özerkliği ortadan kaldırıldı ve üniversiteler tamamen Yükseköğretim Kurumunun (YÖK) denetim ve gözetimine sokuldu, devlet organları haline getirildi. 12 Eylül askerî rejiminin inşa ettiği otoriter devletin merkezinde ordu yer alıyordu. Askerî bürokrasi yürütmenin hükûmet ve cumhurbaşkanıyla beraber üçüncü başı olarak tarif edildi. MGK her açıdan güçlendirildi ve etkili kılındı, üye yapısında askerlerin hakimiyeti sağlandı.

Yargı bağımsızlığı bozuldu; yargı denetimi etkisizleştirildi. Siyasal partilerle ilgili hükümlerle siyasal partilerin toplum ile bağ kurması engellendi. Partiler devlet denetimine sokularak faaliyet alanları sınırlandırıldı ve kapatılmaları kolaylaştırıldı. Yüzde 10 ülke barajı uygulamasını barındıran yeni seçim kanunu ile temsilde adalet ilkesi yürütmenin istikrarı adına terk edildi.   

Üniversite özerkliği ortadan kaldırıldı ve üniversiteler tamamen Yükseköğretim Kurumunun (YÖK) denetim ve gözetimine sokuldu, devlet organları haline getirildi. 12 Eylül askerî rejiminin inşa ettiği otoriter devletin merkezinde ordu yer alıyordu. Askerî bürokrasi yürütmenin hükûmet ve cumhurbaşkanıyla beraber üçüncü başı olarak tarif edildi. MGK her açıdan güçlendirildi ve etkili kılındı, üye yapısında askerlerin hakimiyeti sağlandı.

1982 Anayasası 7 Kasım 1982 tarihindeki referandumda %91.37 evet oyuyla kabul edildi. 1980’lerin ortalarından bugüne dek anti-demokratik yapısı  nedeniyle bu anayasa defaatle tartışılan bir anayasa oldu. Kenan Evren anayasanın kabulü halinde bunun halkın ‘kendilerinden memnun olduğu’ anlamına geleceğini söylemişti. Referandum sonucunda Kenan Evren Cumhurbaşkanı oldu ve 1989 yılına kadar görevde kaldı.  1982 Anayasası bugüne kadar geçirdiği çeşitli referandum ve değişikliklerle birlikte hala Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasıdır.

1982 Anayasası 7 Kasım 1982 tarihindeki referandumda %91.37 evet oyuyla kabul edildi. 1980’lerin ortalarından bugüne dek anti-demokratik yapısı  nedeniyle bu anayasa defaatle tartışılan bir anayasa oldu. Kenan Evren anayasanın kabulü halinde bunun halkın ‘kendilerinden memnun olduğu’ anlamına geleceğini söylemişti. Referandum sonucunda Kenan Evren Cumhurbaşkanı oldu ve 1989 yılına kadar görevde kaldı.  1982 Anayasası bugüne kadar geçirdiği çeşitli referandum ve değişikliklerle birlikte hala Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasıdır.

12 Eylül darbesi ve askeri rejiminin en büyük icraatlarından biri neoliberal politikalara dayalı yeni bir sermaye birikim rejimine geçişi gerçekleştirmesiydi. 24 Ocak 1980’de ilan edilen ekonomi kararları neoliberal ekonomiyi tesis etmeyi hedefliyordu. Ancak dönemin güçlü işçi sınıfı muhalefeti ve güçsüz hükümet koşulları altında bu kararlar istenildiği gibi uygulanamadı. Darbeyle birlikte askeri rejim, hem 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’ı ekonominin başına getirdi hem de bu politikaları hayata geçirdi. Bunun önkoşulu ise sendikalar başta olmak üzere işçi sınıfının örgütlü gücünün tarumar edilmesiydi. Bu açıdan bakıldığında 12 Eylül askeri rejiminin sınıfsallığı aşikardı. Dönemin TİSK, TÜSİAD, TOBB dahil tüm sermaye örgütleri ve sermayedarları darbeyi ve askeri rejimi açıkça destekledi. 

12 Eylül darbesi ve askeri rejiminin en büyük icraatlarından biri neoliberal politikalara dayalı yeni bir sermaye birikim rejimine geçişi gerçekleştirmesiydi. 24 Ocak 1980’de ilan edilen ekonomi kararları neoliberal ekonomiyi tesis etmeyi hedefliyordu. Ancak dönemin güçlü işçi sınıfı muhalefeti ve güçsüz hükümet koşulları altında bu kararlar istenildiği gibi uygulanamadı. Darbeyle birlikte askeri rejim, hem 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’ı ekonominin başına getirdi hem de bu politikaları hayata geçirdi. Bunun önkoşulu ise sendikalar başta olmak üzere işçi sınıfının örgütlü gücünün tarumar edilmesiydi. Bu açıdan bakıldığında 12 Eylül askeri rejiminin sınıfsallığı aşikardı. Dönemin TİSK, TÜSİAD, TOBB dahil tüm sermaye örgütleri ve sermayedarları darbeyi ve askeri rejimi açıkça destekledi. 

Askeri rejim DİSK ve Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) ile bunlara bağlı sendikaların faaliyetlerini durdurdu. DİSK, MİSK ve HAK-İŞ ile bunlara bağlı sendikaların hesapları bloke edildi. HAK-İŞ yöneticileri darbeyi destekledi, kendilerinin anarşi faaliyetinde bulunmadıklarını beyan etti ve kısa bir süre sonra Şubat 1981’de yeniden mal varlığına kavuştu ve çalışmalarına devam etti. 12 Eylül’de faaliyetleri durdurulan MİSK’e ise dava açılmadı. Türk-İş’in faaliyetleri 12 Eylül Darbesi sonrasında durdurulmadı. Dahası Türk-İş yönetimi darbeye açık destek verdi. Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide de darbe hükümetinde sosyal güvenlik bakanı olarak görev aldı. Dolayısıyla darbenin hedefinde bağımsız sınıf siyaseti yürüten emek örgütleri, özellikle de DİSK yer aldı. DİSK yönetici ve temsilcileri gözaltına alındı, işkence gördü ve çok sayıda kişi uzun yıllar hapiste kaldı. Kapatılması ve 52 yöneticisi için idam cezası istenilen DİSK, açılan davanın 1991 yılında beraatla sonuçlanması ile birlikte 11 yıl sonra yeniden sendikal hayata dönebildi. 

Bunun yanında darbe ve askeri rejim sol siyasi örgütleri, demokratik kitle örgütlerini, üniversiteleri ve üniversite gençliğini, Kürtleri ve Alevileri karşısına alan politikalar izledi.

12 Eylül askeri rejimini destekleyen toplumsal blokta ise burjuvazinin tüm fraksiyonları ve örgütlerinin yanı sıra Aydınlar Ocağı’nda örgütlü milliyetçi-muhafazakar entelijansiya, aynı çizgideki siyasi elitler, ana akım basının büyük çoğunluğu, istikrarsızlık ve kriz ortamından yorulmuş geniş toplumsal kesimler yer aldı. 

Darbenin bilançosu ağır oldu:

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrası Türkiye’de “İnsanlığa Karşı Suçlar” olarak tanımlanan başta işkence, zorla kaybetme, hukuk dışı / keyfi infaz, cinsel şiddet ve idam olmak üzere ağır insan hakları ihlalleri yaygın ve sistematik bir şekilde gerçekleştirildi.

Askeri rejim DİSK ve Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) ile bunlara bağlı sendikaların faaliyetlerini durdurdu. DİSK, MİSK ve HAK-İŞ ile bunlara bağlı sendikaların hesapları bloke edildi. HAK-İŞ yöneticileri darbeyi destekledi, kendilerinin anarşi faaliyetinde bulunmadıklarını beyan etti ve kısa bir süre sonra Şubat 1981’de yeniden mal varlığına kavuştu ve çalışmalarına devam etti. 12 Eylül’de faaliyetleri durdurulan MİSK’e ise dava açılmadı. Türk-İş’in faaliyetleri 12 Eylül Darbesi sonrasında durdurulmadı. Dahası Türk-İş yönetimi darbeye açık destek verdi. Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide de darbe hükümetinde sosyal güvenlik bakanı olarak görev aldı. Dolayısıyla darbenin hedefinde bağımsız sınıf siyaseti yürüten emek örgütleri, özellikle de DİSK yer aldı. DİSK yönetici ve temsilcileri gözaltına alındı, işkence gördü ve çok sayıda kişi uzun yıllar hapiste kaldı. Kapatılması ve 52 yöneticisi için idam cezası istenilen DİSK, açılan davanın 1991 yılında beraatla sonuçlanması ile birlikte 11 yıl sonra yeniden sendikal hayata dönebildi. 

Bunun yanında darbe ve askeri rejim sol siyasi örgütleri, demokratik kitle örgütlerini, üniversiteleri ve üniversite gençliğini, Kürtleri ve Alevileri karşısına alan politikalar izledi.

12 Eylül askeri rejimini destekleyen toplumsal blokta ise burjuvazinin tüm fraksiyonları ve örgütlerinin yanı sıra Aydınlar Ocağı’nda örgütlü milliyetçi-muhafazakar entelijansiya, aynı çizgideki siyasi elitler, ana akım basının büyük çoğunluğu, istikrarsızlık ve kriz ortamından yorulmuş geniş toplumsal kesimler yer aldı. 

Darbenin bilançosu ağır oldu:

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrası Türkiye’de “İnsanlığa Karşı Suçlar” olarak tanımlanan başta işkence, zorla kaybetme, hukuk dışı / keyfi infaz, cinsel şiddet ve idam olmak üzere ağır insan hakları ihlalleri yaygın ve sistematik bir şekilde gerçekleştirildi.

Darbenin sorumluları:

Askeri sorumlular

12 Eylül Darbesi’ne karar veren, darbeyi yöneten, bu dönem boyunca insanlığa karşı suçların işlenmesine yasal ve fiili zemin hazırlayan ve bu suçların emir komuta zinciri içinde işlenmesini mümkün kılan kararlar alan ve uygulayan üst düzey komuta kadrosu ayrıntılı olarak açıkladığımız sebeplerle askeri sorumlular listesinde yer almışlardır.

Fotoğrafın tamamını görmek için sağa kaydırabilirsiniz.

Siyasi sorumlular

Darbecilerin verdiği görevleri kabul eden, bu şekilde darbe suçuna katılan ve insanlığa karşı suçların işlenmesine müdahalede bulunmayan Başbakan, Bülend Ulusu hükümetinin Bakanlar Kurulu üyeleri, 12 Eylül dönemi Danışma Meclisi Üyeleri ve OHAL valileri ayrıntılı olarak açıkladığımız sebeplerle siyasi sorumlular listesinde yer almışlardır.

Fotoğrafın tamamını görmek için sağa kaydırabilirsiniz.

Emniyet ve MİT Görevlileri

Başta işkence, zorla kaybetme ve hukuk dışı/keyfi infaz olmak üzere insanlığa karşı işlenmiş suçları fiilen işleyen, işkencelere katılan, göz yuman, suç faillerini koruyan, yargılanmalarını engelleyen emniyet görevlileri ve MİT görevlileri ayrıntılı olarak açıkladığımız sebeplerle sorumlular listesinde yer almışlardır

 

Sivil İştirakçiler 

Darbe yönetimi ya da kadrolarında yer almayan ancak insan hakları ihlallerinin ve insanlığa karşı suçların işlenmesine, suçların üzerinin örtülmesine, askeri rejimin ideolojisinin devamına katkı sağlayan, buna fiilen destek veren her tür toplumsal ve mesleki gruptan insanları içerir. İşkence raporu vermeyen doktorlar, öğrencisini fişleyen öğretmenler, komşusunu ihbar edenler ve sessiz tanıklar bu gruba girmektedir.

Cezasızlık; faillerin suçlanmalarının, yakalanmalarının, yargılanmalarının, suçlu bulunmaları halinde uygun bir cezaya çarptırılmalarının ve ihlale uğrayanların zararlarının tazmin edilmesinin hukuken ya da fiilen mümkün olmamasıdır. 12 Eylül Askeri Darbesi sürecinde işlenen insanlığa karşı suçların failleri zamanaşımı veya devlet sırrı zırhıyla korundu.

Faillerin soruşturulmaları ve yargılanmaları 42 yıldır engellenmektedir. 

 

Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları mücadelesinin aktif bir bileşeni olarak kurgulandı. 12 Eylül 1980 Darbesi’nin parçalı hikayelerini hakikatin kendisini netleştirmek adına tarihsel adalet arayışı etrafında bir araya getirdi. Bu bütünlüklü resmin yalnızca cezasızlık zırhıyla korunan sorumlulardan hesap sormayı değil; aynı zamanda kuşaklararası bellek aktivizmini de güçlendirmesini bekliyoruz. Salt iktidarın güdümünde yürütülen yüzleşme pratikleriyle adaleti tesis etmenin mümkün olmayacağını; ancak aşağıdan yukarı bir tarih anlatımı, açık ve erişilebilir arşivler ve 12 Eylül’ün muhataplarının aktif katılımıyla yaratılacak dinamik bir sürecin bunu mümkün kılacağına inanıyoruz.

Bellek Müzesi dünü bugüne bağlayan bu adalet arayışında insanca yaşamın inşası için insanlık onurunu veya yaşamını hiçe sayan 12 Eylül Askeri Rejimi’nin kaydını tutuyor. 

Bir daha asla yaşanmasın diye…

Cezasızlık; faillerin suçlanmalarının, yakalanmalarının, yargılanmalarının, suçlu bulunmaları halinde uygun bir cezaya çarptırılmalarının ve ihlale uğrayanların zararlarının tazmin edilmesinin hukuken ya da fiilen mümkün olmamasıdır. 12 Eylül Askeri Darbesi sürecinde işlenen insanlığa karşı suçların failleri zamanaşımı veya devlet sırrı zırhıyla korundu.

Faillerin soruşturulmaları ve yargılanmaları 42 yıldır engellenmektedir. 

 

Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları mücadelesinin aktif bir bileşeni olarak kurgulandı. 12 Eylül 1980 Darbesi’nin parçalı hikayelerini hakikatin kendisini netleştirmek adına tarihsel adalet arayışı etrafında bir araya getirdi. Bu bütünlüklü resmin yalnızca cezasızlık zırhıyla korunan sorumlulardan hesap sormayı değil; aynı zamanda kuşaklararası bellek aktivizmini de güçlendirmesini bekliyoruz. Salt iktidarın güdümünde yürütülen yüzleşme pratikleriyle adaleti tesis etmenin mümkün olmayacağını; ancak aşağıdan yukarı bir tarih anlatımı, açık ve erişilebilir arşivler ve 12 Eylül’ün muhataplarının aktif katılımıyla yaratılacak dinamik bir sürecin bunu mümkün kılacağına inanıyoruz.

Bellek Müzesi dünü bugüne bağlayan bu adalet arayışında insanca yaşamın inşası için insanlık onurunu veya yaşamını hiçe sayan 12 Eylül Askeri Rejimi’nin kaydını tutuyor. 

Bir daha asla yaşanmasın diye…

Fotoğrafın tamamını görmek için sağa kaydırabilirsiniz.