Müze Metodolojisi
Türkiye Araştırmaları Enstitüsü olarak Müze’nin tüm içeriğinde yer alan belge, bilgi, fotoğraf, yazılı ve sözlü anlatımların, yazılı ve görsel her türlü dokümanın düzenlenmesi, değerlendirilmesi ve sitede yer verilmesinde bazı kavram, düşünce, tanım ve kriterler üzerinden hareket edilmiştir. Buna göre;
- TANIM
Müze’nin oluşturulmasında 12 Eylül 1980 Darbesi döneminde devlet tarafından neredeyse “olağan yaşam pratiği” haline getirilen “Ağır İnsan Hakları İhlallerinden” yola çıkılmış ve bu ihlallerden şimdilik beş ihlal türü üzerinden tüm koleksiyonların içeriği belirlenmiştir. Bu ihlal türleri İşkence, Zorla Kaybetme, Hukuk dışı/Keyfi İnfaz, İdam, Cinsel Şiddet suçlarıdır. Burada “tanım” başlığında, İnsan Hakları kavramından başlamak üzere beş ihlal türünün çalışmamızda esas aldığımız tanım ve yaklaşımlarına yer verilecektir.
İnsan Hakları kavramının en güçlü görünümleri 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alır. Türkiye tarafından 1954’te onaylanmış olan ve iç mevzuatımızın bir parçasını oluşturan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, temel hak ve özgürlükleri; yaşama hakkı, işkence, insanlık dışı veya küçültücü muamele yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, suç ve cezaların kanuniliği, özel hayat, aile hayatı ve haberleşmenin gizliliği, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı, dernek ve sendika kurma özgürlüğü, evlenme ve aile kurma hakkı, şikayet hakkı, ayrım yapma yasağı olarak belirlenmiştir. Sonrasında düzenlenen protokollerle bu haklara; mülkiyet hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı, seçim hakkı, yerleşme ve seyahat özgürlüğü gibi yeni haklar eklenmiştir.
Belirtilen temel hak ve özgürlüklerden yaşama hakkı, işkence, insanlık dışı veya küçültücü muamele yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı gibi kategorilerde düzenlenen bazılarına siyasi şiddetin bir tezahürü olarak politik, kurumsal ve ideolojik sebeplerle ve yaygın bir şekilde uygulanması ile ise ağır insan hakları ihlalleri ortaya çıkmış olur ve elbette ağır insan hakları ihlalleri her zaman spesifik bir politik, kurumsal ve ideolojik bağlam içerisinde meydana getirilir. Silahlı çatışma dönemlerinde olduğu gibi askeri darbe, siyasi karışıklık veya muhaliflerin bastırılmaya çalışıldığı diğer dönemlerde de devletlerin iktidarlarını koruma ve sürdürmenin bir yöntemi olarak başvurduğu söz konusu ihlaller, bu politik anlam ve amaca hizmet eder. Uluslararası insan hakları hukukuna ait olan “ağır insan hakları ihlalleri” terimi, herhangi bir sözleşmede açıkça tanımlanmış veya hangi ihlallerin bu kapsamda değerlendirileceği sınırlı bir biçimde sayılmış değildir. Bu kavram Uluslararası Ceza Hukuku ve İnsan Hakları Hukukunun bir kavramı olarak gelişmeye ve değişmeye devam etmektedir.
1.1.İşkence,
09.12.1975 tarihli Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani ya da Aşağılayıcı Muamele ya da Cezaya Maruz Bırakılmaya Karşı Tüm Kişilerin Korunması Bildirisi’ne göre işkence; bir kişi üzerinde kasıtlı biçimde uygulanan ve o kişiden ya da üçüncü bir kişiden bilgi edinmek yahut itiraf elde etmek; o kişinin gerçekleştirdiği yahut gerçekleştirdiğinden kuşku duyulan eylemden ötürü onu cezalandırmak; ya da o kişiyi ya da başka kişileri korkutmak için bir kamu görevlisi tarafından bizzat yahut teşviki suretiyle yapılan ve gerek fiziksel gerekse manevi ağır acı ve ıstırap veren herhangi bir eylem olarak tanımlanmıştır.
Bu tanımdan yola çıkarak bu Müze’de ihlal türü olarak belirtilen “işkence” kapsamına, biçim ve yöntem olarak fiziksel ve manevi olarak acı ve ıstırap verici eylem, insan onuruna saldırı teşkil eden her türlü eylemin yanı sıra siyasi/politik Saiklerle ya da ayrımcılık sebebiyle cezalandırmak Saik’iyle yapılan gerçeğe aykırı tıbbi rapor ve mütalaa verme, tıbben tedavi etmeme gibi yöntemler de ihlal türlerinden “işkence” başlığında tanımlanmıştır.
İşkence, fiziksel bir saldırı olmasa bile maruz bırakılan ortam, koşullar vb. gibi durumlarda da fiziksel ve psikolojik etkiler bırakır ve bu nedenle fiziksel ve psikolojik işkence ayrımının yapay olduğu düşüncesinden hareketle tanımlamalarımızda bu şekilde bir ayrım yapılmamasını esas aldık (Bkz. İşkence Yöntemleri Listesi).
Yine ihlal suçundan sorumlu olanlar olarak; bu suçu asli fail sıfatı ile bizzat işleyenlerin yanı sıra azmettirme ve feri fail sıfatlarıyla her türlü yardım ve kolaylaştırmayı yapan, gerçeği değiştirmeye yönelik her türlü manipüle edici belge düzenleyen, ilgili kurumlara, mahkemelere cevap vermeyen, geç ya da yanıltıcı cevaplar veren Emniyet ve Jandarma görevlileri ve bunların dışında da aynı veya benzer fiillerde bulunan devletin başka kurumlarındaki görevli kamu görevlileri ile aynı şekilde gerçeğe aykırı rapor düzenleyen, uygun tedavileri yapmayan doktorlar ve diğer kişiler de belirtilmiştir.
Somut işkence olgularının dışında ayrıca 4 günlük sürenin üzerinde uygulanan her gözaltı işleminin başlı başına bir ihlal ve de işkence olduğu kabul edilmiştir. Yine her gözaltı işleminin, fiziksel bir işkence olgusu olmasa dahi dönemin koşullarında kişinin kötü koşullarda gözaltında tutulmasının bile başlı başına bir işkence olgusu barındırdığı kabul edilmiştir.
Yine Müze içeriğinde dönemin idari, politik, askeri sorumluları ile emniyet birimleri sorumluları ve MİT görevlileri de ihlallerden “sorumlu olanlar” olarak belirtilmiş ve kullanılmıştır.
1.2.Zorla Kaybetme,
Zorla Kaybetme suçunun tanımında Birleşmiş Milletler Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme (* 20 Aralık 2006 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve 7 Şubat 2007 tarihinde imzaya açılan sözleşme, 23 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girdi. 19 Nisan 2011 itibariyle 88 devletin imzaladığı, 25 devletin taraf olduğu sözleşmeyi Türkiye henüz imzalamadı. Sözleşmenin İngilizcesi için: http://www2.ohchr.org/english/law/disappearance-convention.htm) esas alınmıştır. Sözleşme, zorla kaybetme suçunu “…devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi, desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten yoksun bırakması ve bu durumdaki bir kimseyi, özgürlükten yoksun bırakmayı kabul etmenin reddedilmesi veya kaybedilen kişinin akıbetinin ya da nerede olduğunun gizlenmesiyle, hukukun koruması dışına çıkarması” olarak tanımlanıyor. Bu tanım zorla kaybetmeyi bizim de kabul ettiğimiz üzere bir devlet suçu olarak ele almaktadır.
1.3.İdam,
Telafisi olmayan, insan onuruna aykırı bir ceza biçimi olan idam cezası, İnsan Hakları Hukuku alanında yaşam hakkının ihlali olarak tanımlanmıştır. Ancak Uluslararası İnsan Hakları Hukuku alanında verilen mücadeleler sonucu, ölüm cezasının oldukça yakın zamanda çıkarılan sözleşme ve protokollerle “yaşam hakkının ihlali” bağlamında ölüm cezasının kaldırılması sağlanabilmiştir.
İlk olarak 23.03.1976 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (MSHS) 6. Maddesinde yaşam hakkı bağlamında ölüm cezası yasaklanmış ve ölüm cezasına istisna koşulların mevcudiyeti durumunda başvurulabileceği belirtilmiştir. (MSHS için Link verilecek)
Bu sözleşmeye imza koymuş bulunan devletlerin imzasına açılan Ek Seçimlik 2 No’lu Protokol ise 11.07.1991 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu protokol, ölüm cezasını “barış zamanı” bakımından kaldıran bir belgedir.
Yine 01.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6 No’lu Ek Protokolü ile Barış zamanı ölüm cezasının kaldırılması düzenlenmiştir. Bu Protokol barış zamanı ve savaş zamanı olarak ikili bir ayrım yapmıştır.
Son olarak 01.07.2003 tarihinde 19 devlet tarafından onaylanarak yürürlüğe giren AİHS’nin 13 No’lu Ek Protokolü ise savaş zamanı ve barış zamanı ayrımı yapmaksızın ölüm cezasını tümüyle ortadan kaldırmaktadır. (Link verilecek).
Türkiye ise MSHS’yi 18.08.2000 tarihinde imzalamıştır. Söz konusu belge Türkiye açısından 23.12.2003 tarihinden itibaren hüküm doğurmaya başlamıştır. MSHS’yne imza koymuş bulunan devletlerin imzasına açılan Ek Seçimlik Protokole ise Türkiye 06.04.2004 tarihinde imza koymuştur. Türkiye bu imzadan sonra “Ölüm Cezasının Kaldırılmasını Amaçlayan, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İkinci İhtiyari Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun” u çıkarmış ve kanun 02.06.2006 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır. Böylece ölüm cezası Türkiye açısından ciddi nitelikli askeri suçlar haricinde savaş zamanı varlığını sürdürmekte iken barış zamanında tamamen kaldırılmış bulunmaktadır.
Türkiye AİHS’nin 6 No’lu Ek Protokolünü 15.01.2003 tarihinde imzalamış ve onaylamak üzere 4913 sayılı “İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya İlişkin 11 No’lu Protokol ile Değişik Avrupa Sözleşmesine Ek 6 No’lu Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”u çıkarmış ve bu kanun Bakanlar Kurulu’nun 15.08.2003 tarih ve 2003/6069 sayılı kararı ile onaylanmış ve nihayetinde bu protokol Türkiye açısından 01.12.2003 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır.
Türkiye AİHS’nin ölüm cezasını tümüyle ortadan kaldıran 13 No’lu Ek Protokolüne ise 09.01.2004 tarihinde imza koymuştur. Bu Protokole dair 16.10.2005 tarih ve 5409 sayılı Kanunu çıkarmış ve bu Kanun, Bakanlar Kurulunun 17.11.2005 tarih ve 2005/96849 sayılı kararı ile onaylanmış ve nihayetinde de bu Protokol 01.06.2006 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır.
12 Eylül döneminde her ne kadar yasalarda var olsa da biz Müze içeriğinde idam cezasını, siyasal muhaliflerin elimine edilmesi ve topluma göz dağı verilmesi için nasıl kullanışlı bir alet haline getirildiğini ve hukuksal süreçlerin nasıl manipüle edildiğini ortaya koyan boyutları nedeniyle ihlal türlerinden biri olarak kabul ettik.
1.4.Hukuk Dışı/Keyfi İnfaz,
İnfaz kavramı, bir kimsenin Mahkemede yargılanması neticesi almış olduğu cezanın kesinleşmesi halinde, hükümde belirlenen cezanın, yine kanunun belirlediği şekilde yerine getirilmesidir. Bu tanımdan hareketle soruşturma ve yargılama olmaksızın bir kimsenin herhangi bir ceza ile cezalandırılması hiçbir istisna ve koşulda mümkün değildir.
Bir ihlal türü olarak burada yer verdiğimiz “Hukuk Dışı/Keyfi İnfaz” kavramı, öncelikle devletin resmi görevlileri ya da onların emir, talimat ve yönlendirmesi altında çalışan kişi ve gruplar tarafından gerçekleştirilen ve ölümle sonuçlanan fiillerdir. Yani infaz kelimesinin burada belirtilen anlamı sadece “ölüm” sonucunu doğurmuş fiilleri kapsamaktadır. Devletin resmi görevlilerinin karşı karşıya geldikleri olaylarda kişi ya da kişileri sağ olarak yakalayabilecek imkana sahip olmalarına rağmen ellerinde bulunan yetkiyi politik sebeplerle bilerek kötüye kullanmaları sonucu bu kişi ya da kişilerin ölümüne yol açmaları Hukuk Dışı/Keyfi İnfaz” bağlamı içinde değerlendirilmiştir.
Ekonomik ve Sosyal Konsey’in 1989 tarihli 1989/65 sayılı kararıyla kabul edilen HUKUK DIŞI, KEYFİ VE KISAYOLDAN İNFAZLARIN ETKİLİ BİÇİMDE ÖNLENMESİ VE SORUŞTURULMASINA DAİR PRENSİPLER (Link verilecek), devletlere bu suçların işlenmesinin önüne geçilmesi açısından ciddi sorumluluklar ve yükümlülükler getirmiştir.
1.5.Cinsel Şiddet,
Cinselliğin kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak ve cezalandırmak amacıyla bir şiddet aracı olarak kullanılmasına cinsel şiddet denir. Cinsel şiddet bir kişinin rahatsız, korkmuş ve sindirilmiş hissetmesine neden olan herhangi bir cinsel davranıştır. Cinsel şiddet cins ve/veya yaş ayrımı olmaksızın herkese uygulanabilen bir ihlal türüdür. Cinsel şiddet Türk Ceza Kanunu’nda da Cinsel Taciz, Cinsel Saldırı ve Nitelikli Cinsel Saldırı olarak tanımlanmaktadır. Cinsel şiddet politik arka planı olan olaylarda genellikle korkutma, cezalandırma, aşağılama Saikleriyle de yapılır. 12 Eylül 1980 darbesi ve devamında yaygın bir devlet politikası olarak uygulanan işkence ve kötü muameleler anlatılırken cinsel şiddet suçları genel insan hakları ihlalleri arasında sayılmış, bu suçların özgün karakteri ve özellikleri dikkate alınmadan davranılmış, çok fazla konuşulmamış, anlatılmamış ve üstü örtülmeye çalışılarak genel ifadelerle geçiştirilmiştir. Cinsel şiddete maruz kalanlar, bu şiddete maruz kalmayı yaşadığı yoğun utanç ve aşağılanma duygusu nedeniyle paylaş(a)mamış, kimileri de işkencenin bir çeşidi olarak görme eğilimini benimseyip, bu suçu tek başına bir suç olarak ele alıp öne çıkarmamayı tercih etmiştir.
- KAYNAKLAR
Müze içeriği henüz 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra işlenen tüm hak ihlallerini kapsamıyor. Bu çalışma, yeni bilgi ve belgelerin eklenmesiyle belki de yıllarca tamamlanmaya açık bir müze çalışması olmaya devam edecektir. Çünkü bu Müze’nin birçok hikayesi ancak 12 Eylül ve darbelerle gerçek anlamda bir yüzleşme iradesi gündeme geldiği zaman ve anlatımlarla arşivlerdeki belge ve bilgiler tüm yönleri ile açığa çıkıp birbiriyle konuşmaya başladığında tamamlanabilecektir.
Amacımız ve hayalimiz bir gün Müze’yi bu dönemde insan hakları ihlallerine maruz kalan tüm siyasal muhalifleri/kesimleri içeren bir noktaya ulaştırmak. Görünmez alana itilen ve inkâr edilen insan hakları ihlallerini görünür kılmak, tahribatı hissettirmeye aracı olmak için. Bir daha asla yaşanmasın diye.
12 Eylül Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi’ni hazırlamaya başlamadan önce bu alanda bizden önce yapılmış tüm çalışmaları taradık. Farklı kurumların yaptığı çalışmalardan ilham alarak bilgilere dair bir doğrulama metodolojisi oluşturduk. Bu metodoloji içinde doğrulama kaynaklarını şöyle tanımladık:
2.1. Birincil Kaynaklar
2.1.1. Görüşmeler: Topladığımız belge ve bilgilerin temel kaynaklarından biri gerçekleştirdiğimiz saha araştırmaları oldu. Bu saha araştırmalarında başta ihlale maruz kalanlar ve yakınları olmak üzere avukatlar, hak savunucuları ve aktivistler ile görüşmeler yaptık. Her görüşmeciden görüşmenin ve alınan belgelerin ne kadarını, hangi yollarla ve kimlerle paylaşabileceğimiz konusunda yazılı bir şekilde onay ve Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında izin aldık. Müze içeriğinde paylaştığımız bilgiler görüşme yapılan kişinin paylaşmasına izin verdiği bilgilerdir. Ancak anlatı ve görüşme bilgileri paylaşılırken, izinli dahi olsa görüşme yaptığımız kişiye zarar verebilecek hiçbir bilgiyi paylaşmamaya çalıştık. Bu çalışmada büyük bir iş birliği ve özveriyle bizimle görüşme yapmayı kabul etmiş olan ve yaşadıkları zor süreci bizimle ve kuruluşlara, bu çalışmalara bu şekilde dahil olmamakla birlikte ofislerini, çalışma alanlarını bizim çalışmamıza ve kullanımımıza sunan, ihlale uğrayanlara ve belgelerine ulaşmamızda gerek iletişim kurmak gerek tanıştırmak görevini gönüllülükle üstlenen tüm dostlarımıza bir kez daha sonsuz teşekkürlerimizi belirtmek isteriz.
2.1.2. Hukuki belgeler: Topladığımız bilgilerin diğer bir temel kaynağı ise hukuki belgelerden topladığımız bilgiler oldu. Bu belgelere hak ihlalleri davalarıyla çok uzun zamandır meşgul olan hukukçu dostlarımızın ve dosya sahiplerinin destekleriyle ulaştık. Bilgileri oluştururken kullandığımız farklı kaynaklar arasında çelişkiler olduğunda hukuki verileri temel aldık. Bunun sebebi bu suçlarda cezasızlık uygulamasını kıracak yargılamalar yapılırsa dayanılacak olanın hukuk verisinin olması idi. Hukuk verileri içinde yerel mahkemelerdeki dava dosyaları, soruşturma dosyaları, şikâyet dilekçelerinin yanı sıra tespit niteliğinde olan tutanaklar, yazışmalar ve raporlar da diğer hukuki verilerimizi oluşturdu. Yine cezasızlıkla sonuçlanmış soruşturma ve dava dosyalarında mahkemeler tarafından dinlenmiş ama dikkate alınmamış tanıkların, dinlenmemiş tanıkların, yakınların anlatım, dilekçe ve beyanlarını da olay örgüsünde doğru veri ve birincil kaynak olarak kabul ettik. Sözlü tarih anlatımları ile hukuk verileri arasında bir çelişki olduğu durumlarda hukuk verisine öncelik verirken anlatıya dayalı bilgiyi de ayrıca belirttik.
Soruşturma dosyalarında şüpheli olarak belirtilenlerin isimlerini ve az sayıda açılan davalarda yargılananların isimlerini Müze’nin amaç ve politikası anlamında açıkça belirterek bu kişilerin soruşturma veya dava sonunda ceza alıp almadıkları da dosyalara (dosyaların elimizdeki olan belgelerine) bağlı kalınarak olduğu gibi aktarıldı. Ancak kişi güvenliği anlamında bu kişilerin herkesin erişimine sunulan belgelerde yer alan adres, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bilgilerinin üzeri karartıldı.
Yine soruşturma ve dava dosyalarında yer alan hukuki belge ve tutanaklarda bulunan Hâkim, Savcı, Doktor ve Bilirkişi isimlerine yargılama süreçlerinin aleni olması nedeniyle açıkça yer verildi.
2.1.3. Hak Örgütleri Raporları/Belgeleri: Müze’yi oluştururken bu alanda bizden önce çalışmış pek çok örgüt, ama en çok da İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından yayımlanmış olan raporlara ve çalışmalara dayandık. Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, İşkenceyi Önleme Komitesi Raporları, işkenceyi önleme konusunda çalışmış olan insan hakları kuruluşlarının raporlarına dayandık.
2.1.4. Türkiye Büyük Millet Meclisi Raporları: Az sayıda da olsa Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde ve çoğunlukla TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu ve alt komisyonlar tarafından hazırlanmış onaylanmış ve onaylanmamış olan ilgili raporları da birincil kaynak olarak esas aldık.
2.1.5. Askeri darbe ve sonrasına dair yayınlanan gazetecilik, araştırma, tanıklık ve anı kitaplarını kapsayan literatür.
2.2. İkincil Kaynaklar
2.2.1.Yazılı basında çıkan bilgiler: Askeri darbenin gerçekleştiği ve sonrası dönemlerde farklı yazılı basın organlarında çıkan bilgileri arşiv taraması yoluyla derleyip karşılaştırarak ikincil kaynak olarak kullanıyoruz.
2.2.2. Online siteler ve haberlerde çıkan bilgiler: Bir diğer ikincil kaynağımız ise ağır insan hakları ihlallerine dair internet üzerinde farklı haber siteleri veya kaynak sitelerde bulunan bilgiler. Bu sitelerin içeriklerinin taranması, bilgilerinin karşılaştırılması ve de doğrulanması halinde ise ikincil kaynak olarak kullanıyoruz.
- VERİ DOĞRULAMA
Türkiye Araştırmaları Enstitüsü bu Müze’de kamuoyu ile paylaştığı verinin doğruluğunu yayınlamadan önce kontrol ediyor. Toplanan veri, eğer birincil kaynaklar tarafından doğrulanmamışsa, yayınlanmadan önce en az iki ikincil kaynaktan karşılaştırmalı olarak kontrol edilerek yayınlanıp yayınlanmamaya karar veriliyor.
- FARKLI KAYNAKLARDA ADI “ŞÜPHELİ”, “SORUMLU” OLARAK ANILAN DÖNEMİN POLİTİK, İDARİ, ASKERİ SORUMLULARI İLE EMNİYET BİRİMLERİ SORUMLULARI VE MİT GÖREVLİLERİ
Müze’yi oluştururken kullandığımız kaynaklarda Askeri Darbeyi emir komuta zinciri içinde gerçekleştiren tüm askeri personeli, sonrasında kurulan hükümette devlet kademesinin karar verici mevkilerinde bulunan siyasileri, istihbarat görevlilerini ve de Sıkıyönetim kaldırıldıktan sonra göreve getirilen OHAL Valilerini ihlallerin Politik Sorumluları olarak kabul edip paylaşıyoruz. Ayrıca Jandarma ve Emniyet Müdürleri ve amirlerini, MİT üst düzey görevlilerini de Ceza Hukuku’na göre asli fail olmasa dahi amirin sorumluluğu kapsamında ihlallerden sorumlu olanlar olarak kabul ediyoruz. Zira bu kişilerin büyük çoğunluğu gerek bu kapsamda gerekse bizzat sorumlu olmalarına rağmen bu ihlallerden dolayı yargılanmadılar. İnsan Hakları ihlallerinin tüm sorumlularının yargı önünde hesap vermesi ve adaletin bir nebze de olsa tesis edilebilmesi, tekrarın önüne geçilmesi için asli ve feri faillerin yargı önünde hesap vermelerinin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Cezasızlık olgusu ancak bu yolla ve ısrarlı mücadele ile geriletilebilir.
- ELDE EDİLEN BELGELERİN MÜZE’DE NASIL KULLANILACAĞI
Kişi ve Kurumlardan edindiğimiz belgeler, dava ve soruşturma dosyalarının tamamı tarandıktan sonra talep halinde ve bünyemizde oluşturduğumuz Kurul’un değerlendirmesi sonucu araştırmacıların incelemesine sunulacaktır. Ancak bu belgelerin tamamı Müze’nin dijital ortamda oluşturulan sitesinde yer almayacaktır. Site’de gerek KVKK nedeniyle gerekse kişisel ve toplumsal hassasiyetler nedeniyle her türlü belgeye yer verilmeyecek, Müze’nin amacına uygun olarak ihlal olgusunu içeren ve davaların anlaşılmasını sağlamaya yönelik nitelikteki belgelere yer verilecektir. Ve tüm bu belgelerde kime ait olursa olsun güncel adres ve nüfus bilgileri paylaşılmayacak, tanık isimleri ve şikayetçi olmayan mağdur isimleri rumuz kullanılarak kullanılacak, kişilerin ihlal anlatımını ve olgusunu içermeyen her türlü ifadesi ise üzerleri karartılarak okumaya sunulacaktır. Bunların dışında bu belgelerde ve anlatıcıların anlatımlarında yer alan ihlal sorumlusu olarak soruşturulan/yargılanan/sorumlu olarak iddia edilen şüpheli, sanık, şikayetçi/müşteki ve katılan isimleri ile İddianame, Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı, Gerekçeli Karar, rapor ve yazışmalarda yer alan görevlilerin isimlerine açıkça yer verilecektir.
- BİLGİ VE KATKI
Müze içeriğinde yer alan tüm belge ve bilgilerin doğru olması için çok dikkatli olmaya çaba harcadık. Elbette ki tüm özen ve dikkatimize rağmen olmasından son derece rahatsızlık duyacağımız eksik ve yanlışlarımız olabilir. Bu nedenle bize ulaşmanız halinde düzeltme yoluna gideceğimizi belirtmek isteriz. Gerek olası yanlışlar gerekse eksikleri gidermek, çalışmayı genişletmek adına bilgi ve belgeleri tarafımıza info@riturkey.org mail adresine mail göndererek iletebilirsiniz. Türkiye Araştırmaları Enstitüsü, Müze’nin amaç ve politikaları doğrultusunda her türlü bilgi, belge, görsel paylaşımı ve iş birliği için başvuru ve önerilere açıktır.
Türkiye Araştırmaları Enstitüsü olarak Müze’nin tüm içeriğinde yer alan belge, bilgi, fotoğraf, yazılı ve sözlü anlatımların, yazılı ve görsel her türlü dokümanın düzenlenmesi, değerlendirilmesi ve sitede yer verilmesinde bazı kavram, düşünce, tanım ve kriterler üzerinden hareket edilmiştir. Buna göre;
- TANIM
Müze’nin oluşturulmasında 12 Eylül 1980 Darbesi döneminde devlet tarafından neredeyse “olağan yaşam pratiği” haline getirilen “Ağır İnsan Hakları İhlallerinden” yola çıkılmış ve bu ihlallerden şimdilik beş ihlal türü üzerinden tüm koleksiyonların içeriği belirlenmiştir. Bu ihlal türleri İşkence, Zorla Kaybetme, Hukuk dışı/Keyfi İnfaz, İdam, Cinsel Şiddet suçlarıdır. Burada “tanım” başlığında, İnsan Hakları kavramından başlamak üzere beş ihlal türünün çalışmamızda esas aldığımız tanım ve yaklaşımlarına yer verilecektir.
İnsan Hakları kavramının en güçlü görünümleri 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alır. Türkiye tarafından 1954’te onaylanmış olan ve iç mevzuatımızın bir parçasını oluşturan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, temel hak ve özgürlükleri; yaşama hakkı, işkence, insanlık dışı veya küçültücü muamele yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, suç ve cezaların kanuniliği, özel hayat, aile hayatı ve haberleşmenin gizliliği, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı, dernek ve sendika kurma özgürlüğü, evlenme ve aile kurma hakkı, şikayet hakkı, ayrım yapma yasağı olarak belirlenmiştir. Sonrasında düzenlenen protokollerle bu haklara; mülkiyet hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı, seçim hakkı, yerleşme ve seyahat özgürlüğü gibi yeni haklar eklenmiştir.
Belirtilen temel hak ve özgürlüklerden yaşama hakkı, işkence, insanlık dışı veya küçültücü muamele yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı gibi kategorilerde düzenlenen bazılarına siyasi şiddetin bir tezahürü olarak politik, kurumsal ve ideolojik sebeplerle ve yaygın bir şekilde uygulanması ile ise ağır insan hakları ihlalleri ortaya çıkmış olur ve elbette ağır insan hakları ihlalleri her zaman spesifik bir politik, kurumsal ve ideolojik bağlam içerisinde meydana getirilir. Silahlı çatışma dönemlerinde olduğu gibi askeri darbe, siyasi karışıklık veya muhaliflerin bastırılmaya çalışıldığı diğer dönemlerde de devletlerin iktidarlarını koruma ve sürdürmenin bir yöntemi olarak başvurduğu söz konusu ihlaller, bu politik anlam ve amaca hizmet eder. Uluslararası insan hakları hukukuna ait olan “ağır insan hakları ihlalleri” terimi, herhangi bir sözleşmede açıkça tanımlanmış veya hangi ihlallerin bu kapsamda değerlendirileceği sınırlı bir biçimde sayılmış değildir. Bu kavram Uluslararası Ceza Hukuku ve İnsan Hakları Hukukunun bir kavramı olarak gelişmeye ve değişmeye devam etmektedir.
1.1.İşkence,
09.12.1975 tarihli Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani ya da Aşağılayıcı Muamele ya da Cezaya Maruz Bırakılmaya Karşı Tüm Kişilerin Korunması Bildirisi’ne göre işkence; bir kişi üzerinde kasıtlı biçimde uygulanan ve o kişiden ya da üçüncü bir kişiden bilgi edinmek yahut itiraf elde etmek; o kişinin gerçekleştirdiği yahut gerçekleştirdiğinden kuşku duyulan eylemden ötürü onu cezalandırmak; ya da o kişiyi ya da başka kişileri korkutmak için bir kamu görevlisi tarafından bizzat yahut teşviki suretiyle yapılan ve gerek fiziksel gerekse manevi ağır acı ve ıstırap veren herhangi bir eylem olarak tanımlanmıştır.
Bu tanımdan yola çıkarak bu Müze’de ihlal türü olarak belirtilen “işkence” kapsamına, biçim ve yöntem olarak fiziksel ve manevi olarak acı ve ıstırap verici eylem, insan onuruna saldırı teşkil eden her türlü eylemin yanı sıra siyasi/politik Saiklerle ya da ayrımcılık sebebiyle cezalandırmak Saik’iyle yapılan gerçeğe aykırı tıbbi rapor ve mütalaa verme, tıbben tedavi etmeme gibi yöntemler de ihlal türlerinden “işkence” başlığında tanımlanmıştır.
İşkence, fiziksel bir saldırı olmasa bile maruz bırakılan ortam, koşullar vb. gibi durumlarda da fiziksel ve psikolojik etkiler bırakır ve bu nedenle fiziksel ve psikolojik işkence ayrımının yapay olduğu düşüncesinden hareketle tanımlamalarımızda bu şekilde bir ayrım yapılmamasını esas aldık (Bkz. İşkence Yöntemleri Listesi).
Yine ihlal suçundan sorumlu olanlar olarak; bu suçu asli fail sıfatı ile bizzat işleyenlerin yanı sıra azmettirme ve feri fail sıfatlarıyla her türlü yardım ve kolaylaştırmayı yapan, gerçeği değiştirmeye yönelik her türlü manipüle edici belge düzenleyen, ilgili kurumlara, mahkemelere cevap vermeyen, geç ya da yanıltıcı cevaplar veren Emniyet ve Jandarma görevlileri ve bunların dışında da aynı veya benzer fiillerde bulunan devletin başka kurumlarındaki görevli kamu görevlileri ile aynı şekilde gerçeğe aykırı rapor düzenleyen, uygun tedavileri yapmayan doktorlar ve diğer kişiler de belirtilmiştir.
Somut işkence olgularının dışında ayrıca 4 günlük sürenin üzerinde uygulanan her gözaltı işleminin başlı başına bir ihlal ve de işkence olduğu kabul edilmiştir. Yine her gözaltı işleminin, fiziksel bir işkence olgusu olmasa dahi dönemin koşullarında kişinin kötü koşullarda gözaltında tutulmasının bile başlı başına bir işkence olgusu barındırdığı kabul edilmiştir.
Yine Müze içeriğinde dönemin idari, politik, askeri sorumluları ile emniyet birimleri sorumluları ve MİT görevlileri de ihlallerden “sorumlu olanlar” olarak belirtilmiş ve kullanılmıştır.
1.2.Zorla Kaybetme,
Zorla Kaybetme suçunun tanımında Birleşmiş Milletler Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme (* 20 Aralık 2006 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve 7 Şubat 2007 tarihinde imzaya açılan sözleşme, 23 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girdi. 19 Nisan 2011 itibariyle 88 devletin imzaladığı, 25 devletin taraf olduğu sözleşmeyi Türkiye henüz imzalamadı. Sözleşmenin İngilizcesi için: http://www2.ohchr.org/english/law/disappearance-convention.htm) esas alınmıştır. Sözleşme, zorla kaybetme suçunu “…devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi, desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten yoksun bırakması ve bu durumdaki bir kimseyi, özgürlükten yoksun bırakmayı kabul etmenin reddedilmesi veya kaybedilen kişinin akıbetinin ya da nerede olduğunun gizlenmesiyle, hukukun koruması dışına çıkarması” olarak tanımlanıyor. Bu tanım zorla kaybetmeyi bizim de kabul ettiğimiz üzere bir devlet suçu olarak ele almaktadır.
1.3.İdam,
Telafisi olmayan, insan onuruna aykırı bir ceza biçimi olan idam cezası, İnsan Hakları Hukuku alanında yaşam hakkının ihlali olarak tanımlanmıştır. Ancak Uluslararası İnsan Hakları Hukuku alanında verilen mücadeleler sonucu, ölüm cezasının oldukça yakın zamanda çıkarılan sözleşme ve protokollerle “yaşam hakkının ihlali” bağlamında ölüm cezasının kaldırılması sağlanabilmiştir.
İlk olarak 23.03.1976 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (MSHS) 6. Maddesinde yaşam hakkı bağlamında ölüm cezası yasaklanmış ve ölüm cezasına istisna koşulların mevcudiyeti durumunda başvurulabileceği belirtilmiştir. (MSHS için Link verilecek)
Bu sözleşmeye imza koymuş bulunan devletlerin imzasına açılan Ek Seçimlik 2 No’lu Protokol ise 11.07.1991 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu protokol, ölüm cezasını “barış zamanı” bakımından kaldıran bir belgedir.
Yine 01.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6 No’lu Ek Protokolü ile Barış zamanı ölüm cezasının kaldırılması düzenlenmiştir. Bu Protokol barış zamanı ve savaş zamanı olarak ikili bir ayrım yapmıştır.
Son olarak 01.07.2003 tarihinde 19 devlet tarafından onaylanarak yürürlüğe giren AİHS’nin 13 No’lu Ek Protokolü ise savaş zamanı ve barış zamanı ayrımı yapmaksızın ölüm cezasını tümüyle ortadan kaldırmaktadır. (Link verilecek).
Türkiye ise MSHS’yi 18.08.2000 tarihinde imzalamıştır. Söz konusu belge Türkiye açısından 23.12.2003 tarihinden itibaren hüküm doğurmaya başlamıştır. MSHS’yne imza koymuş bulunan devletlerin imzasına açılan Ek Seçimlik Protokole ise Türkiye 06.04.2004 tarihinde imza koymuştur. Türkiye bu imzadan sonra “Ölüm Cezasının Kaldırılmasını Amaçlayan, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İkinci İhtiyari Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun” u çıkarmış ve kanun 02.06.2006 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır. Böylece ölüm cezası Türkiye açısından ciddi nitelikli askeri suçlar haricinde savaş zamanı varlığını sürdürmekte iken barış zamanında tamamen kaldırılmış bulunmaktadır.
Türkiye AİHS’nin 6 No’lu Ek Protokolünü 15.01.2003 tarihinde imzalamış ve onaylamak üzere 4913 sayılı “İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya İlişkin 11 No’lu Protokol ile Değişik Avrupa Sözleşmesine Ek 6 No’lu Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”u çıkarmış ve bu kanun Bakanlar Kurulu’nun 15.08.2003 tarih ve 2003/6069 sayılı kararı ile onaylanmış ve nihayetinde bu protokol Türkiye açısından 01.12.2003 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır.
Türkiye AİHS’nin ölüm cezasını tümüyle ortadan kaldıran 13 No’lu Ek Protokolüne ise 09.01.2004 tarihinde imza koymuştur. Bu Protokole dair 16.10.2005 tarih ve 5409 sayılı Kanunu çıkarmış ve bu Kanun, Bakanlar Kurulunun 17.11.2005 tarih ve 2005/96849 sayılı kararı ile onaylanmış ve nihayetinde de bu Protokol 01.06.2006 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır.
12 Eylül döneminde her ne kadar yasalarda var olsa da biz Müze içeriğinde idam cezasını, siyasal muhaliflerin elimine edilmesi ve topluma göz dağı verilmesi için nasıl kullanışlı bir alet haline getirildiğini ve hukuksal süreçlerin nasıl manipüle edildiğini ortaya koyan boyutları nedeniyle ihlal türlerinden biri olarak kabul ettik.
1.4.Hukuk Dışı/Keyfi İnfaz,
İnfaz kavramı, bir kimsenin Mahkemede yargılanması neticesi almış olduğu cezanın kesinleşmesi halinde, hükümde belirlenen cezanın, yine kanunun belirlediği şekilde yerine getirilmesidir. Bu tanımdan hareketle soruşturma ve yargılama olmaksızın bir kimsenin herhangi bir ceza ile cezalandırılması hiçbir istisna ve koşulda mümkün değildir.
Bir ihlal türü olarak burada yer verdiğimiz “Hukuk Dışı/Keyfi İnfaz” kavramı, öncelikle devletin resmi görevlileri ya da onların emir, talimat ve yönlendirmesi altında çalışan kişi ve gruplar tarafından gerçekleştirilen ve ölümle sonuçlanan fiillerdir. Yani infaz kelimesinin burada belirtilen anlamı sadece “ölüm” sonucunu doğurmuş fiilleri kapsamaktadır. Devletin resmi görevlilerinin karşı karşıya geldikleri olaylarda kişi ya da kişileri sağ olarak yakalayabilecek imkana sahip olmalarına rağmen ellerinde bulunan yetkiyi politik sebeplerle bilerek kötüye kullanmaları sonucu bu kişi ya da kişilerin ölümüne yol açmaları Hukuk Dışı/Keyfi İnfaz” bağlamı içinde değerlendirilmiştir.
Ekonomik ve Sosyal Konsey’in 1989 tarihli 1989/65 sayılı kararıyla kabul edilen HUKUK DIŞI, KEYFİ VE KISAYOLDAN İNFAZLARIN ETKİLİ BİÇİMDE ÖNLENMESİ VE SORUŞTURULMASINA DAİR PRENSİPLER (Link verilecek), devletlere bu suçların işlenmesinin önüne geçilmesi açısından ciddi sorumluluklar ve yükümlülükler getirmiştir.
1.5.Cinsel Şiddet,
Cinselliğin kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak ve cezalandırmak amacıyla bir şiddet aracı olarak kullanılmasına cinsel şiddet denir. Cinsel şiddet bir kişinin rahatsız, korkmuş ve sindirilmiş hissetmesine neden olan herhangi bir cinsel davranıştır. Cinsel şiddet cins ve/veya yaş ayrımı olmaksızın herkese uygulanabilen bir ihlal türüdür. Cinsel şiddet Türk Ceza Kanunu’nda da Cinsel Taciz, Cinsel Saldırı ve Nitelikli Cinsel Saldırı olarak tanımlanmaktadır. Cinsel şiddet politik arka planı olan olaylarda genellikle korkutma, cezalandırma, aşağılama Saikleriyle de yapılır. 12 Eylül 1980 darbesi ve devamında yaygın bir devlet politikası olarak uygulanan işkence ve kötü muameleler anlatılırken cinsel şiddet suçları genel insan hakları ihlalleri arasında sayılmış, bu suçların özgün karakteri ve özellikleri dikkate alınmadan davranılmış, çok fazla konuşulmamış, anlatılmamış ve üstü örtülmeye çalışılarak genel ifadelerle geçiştirilmiştir. Cinsel şiddete maruz kalanlar, bu şiddete maruz kalmayı yaşadığı yoğun utanç ve aşağılanma duygusu nedeniyle paylaş(a)mamış, kimileri de işkencenin bir çeşidi olarak görme eğilimini benimseyip, bu suçu tek başına bir suç olarak ele alıp öne çıkarmamayı tercih etmiştir.
- KAYNAKLAR
Müze içeriği henüz 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra işlenen tüm hak ihlallerini kapsamıyor. Bu çalışma, yeni bilgi ve belgelerin eklenmesiyle belki de yıllarca tamamlanmaya açık bir müze çalışması olmaya devam edecektir. Çünkü bu Müze’nin birçok hikayesi ancak 12 Eylül ve darbelerle gerçek anlamda bir yüzleşme iradesi gündeme geldiği zaman ve anlatımlarla arşivlerdeki belge ve bilgiler tüm yönleri ile açığa çıkıp birbiriyle konuşmaya başladığında tamamlanabilecektir.
Amacımız ve hayalimiz bir gün Müze’yi bu dönemde insan hakları ihlallerine maruz kalan tüm siyasal muhalifleri/kesimleri içeren bir noktaya ulaştırmak. Görünmez alana itilen ve inkâr edilen insan hakları ihlallerini görünür kılmak, tahribatı hissettirmeye aracı olmak için. Bir daha asla yaşanmasın diye.
12 Eylül Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi’ni hazırlamaya başlamadan önce bu alanda bizden önce yapılmış tüm çalışmaları taradık. Farklı kurumların yaptığı çalışmalardan ilham alarak bilgilere dair bir doğrulama metodolojisi oluşturduk. Bu metodoloji içinde doğrulama kaynaklarını şöyle tanımladık:
2.1. Birincil Kaynaklar
2.1.1. Görüşmeler: Topladığımız belge ve bilgilerin temel kaynaklarından biri gerçekleştirdiğimiz saha araştırmaları oldu. Bu saha araştırmalarında başta ihlale maruz kalanlar ve yakınları olmak üzere avukatlar, hak savunucuları ve aktivistler ile görüşmeler yaptık. Her görüşmeciden görüşmenin ve alınan belgelerin ne kadarını, hangi yollarla ve kimlerle paylaşabileceğimiz konusunda yazılı bir şekilde onay ve Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında izin aldık. Müze içeriğinde paylaştığımız bilgiler görüşme yapılan kişinin paylaşmasına izin verdiği bilgilerdir. Ancak anlatı ve görüşme bilgileri paylaşılırken, izinli dahi olsa görüşme yaptığımız kişiye zarar verebilecek hiçbir bilgiyi paylaşmamaya çalıştık. Bu çalışmada büyük bir iş birliği ve özveriyle bizimle görüşme yapmayı kabul etmiş olan ve yaşadıkları zor süreci bizimle ve kuruluşlara, bu çalışmalara bu şekilde dahil olmamakla birlikte ofislerini, çalışma alanlarını bizim çalışmamıza ve kullanımımıza sunan, ihlale uğrayanlara ve belgelerine ulaşmamızda gerek iletişim kurmak gerek tanıştırmak görevini gönüllülükle üstlenen tüm dostlarımıza bir kez daha sonsuz teşekkürlerimizi belirtmek isteriz.
2.1.2. Hukuki belgeler: Topladığımız bilgilerin diğer bir temel kaynağı ise hukuki belgelerden topladığımız bilgiler oldu. Bu belgelere hak ihlalleri davalarıyla çok uzun zamandır meşgul olan hukukçu dostlarımızın ve dosya sahiplerinin destekleriyle ulaştık. Bilgileri oluştururken kullandığımız farklı kaynaklar arasında çelişkiler olduğunda hukuki verileri temel aldık. Bunun sebebi bu suçlarda cezasızlık uygulamasını kıracak yargılamalar yapılırsa dayanılacak olanın hukuk verisinin olması idi. Hukuk verileri içinde yerel mahkemelerdeki dava dosyaları, soruşturma dosyaları, şikâyet dilekçelerinin yanı sıra tespit niteliğinde olan tutanaklar, yazışmalar ve raporlar da diğer hukuki verilerimizi oluşturdu. Yine cezasızlıkla sonuçlanmış soruşturma ve dava dosyalarında mahkemeler tarafından dinlenmiş ama dikkate alınmamış tanıkların, dinlenmemiş tanıkların, yakınların anlatım, dilekçe ve beyanlarını da olay örgüsünde doğru veri ve birincil kaynak olarak kabul ettik. Sözlü tarih anlatımları ile hukuk verileri arasında bir çelişki olduğu durumlarda hukuk verisine öncelik verirken anlatıya dayalı bilgiyi de ayrıca belirttik.
Soruşturma dosyalarında şüpheli olarak belirtilenlerin isimlerini ve az sayıda açılan davalarda yargılananların isimlerini Müze’nin amaç ve politikası anlamında açıkça belirterek bu kişilerin soruşturma veya dava sonunda ceza alıp almadıkları da dosyalara (dosyaların elimizdeki olan belgelerine) bağlı kalınarak olduğu gibi aktarıldı. Ancak kişi güvenliği anlamında bu kişilerin herkesin erişimine sunulan belgelerde yer alan adres, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bilgilerinin üzeri karartıldı.
Yine soruşturma ve dava dosyalarında yer alan hukuki belge ve tutanaklarda bulunan Hâkim, Savcı, Doktor ve Bilirkişi isimlerine yargılama süreçlerinin aleni olması nedeniyle açıkça yer verildi.
2.1.3. Hak Örgütleri Raporları/Belgeleri: Müze’yi oluştururken bu alanda bizden önce çalışmış pek çok örgüt, ama en çok da İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından yayımlanmış olan raporlara ve çalışmalara dayandık. Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, İşkenceyi Önleme Komitesi Raporları, işkenceyi önleme konusunda çalışmış olan insan hakları kuruluşlarının raporlarına dayandık.
2.1.4. Türkiye Büyük Millet Meclisi Raporları: Az sayıda da olsa Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde ve çoğunlukla TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu ve alt komisyonlar tarafından hazırlanmış onaylanmış ve onaylanmamış olan ilgili raporları da birincil kaynak olarak esas aldık.
2.1.5. Askeri darbe ve sonrasına dair yayınlanan gazetecilik, araştırma, tanıklık ve anı kitaplarını kapsayan literatür.
2.2. İkincil Kaynaklar
2.2.1.Yazılı basında çıkan bilgiler: Askeri darbenin gerçekleştiği ve sonrası dönemlerde farklı yazılı basın organlarında çıkan bilgileri arşiv taraması yoluyla derleyip karşılaştırarak ikincil kaynak olarak kullanıyoruz.
2.2.2. Online siteler ve haberlerde çıkan bilgiler: Bir diğer ikincil kaynağımız ise ağır insan hakları ihlallerine dair internet üzerinde farklı haber siteleri veya kaynak sitelerde bulunan bilgiler. Bu sitelerin içeriklerinin taranması, bilgilerinin karşılaştırılması ve de doğrulanması halinde ise ikincil kaynak olarak kullanıyoruz.
- VERİ DOĞRULAMA
Türkiye Araştırmaları Enstitüsü bu Müze’de kamuoyu ile paylaştığı verinin doğruluğunu yayınlamadan önce kontrol ediyor. Toplanan veri, eğer birincil kaynaklar tarafından doğrulanmamışsa, yayınlanmadan önce en az iki ikincil kaynaktan karşılaştırmalı olarak kontrol edilerek yayınlanıp yayınlanmamaya karar veriliyor.
- FARKLI KAYNAKLARDA ADI “ŞÜPHELİ”, “SORUMLU” OLARAK ANILAN DÖNEMİN POLİTİK, İDARİ, ASKERİ SORUMLULARI İLE EMNİYET BİRİMLERİ SORUMLULARI VE MİT GÖREVLİLERİ
Müze’yi oluştururken kullandığımız kaynaklarda Askeri Darbeyi emir komuta zinciri içinde gerçekleştiren tüm askeri personeli, sonrasında kurulan hükümette devlet kademesinin karar verici mevkilerinde bulunan siyasileri, istihbarat görevlilerini ve de Sıkıyönetim kaldırıldıktan sonra göreve getirilen OHAL Valilerini ihlallerin Politik Sorumluları olarak kabul edip paylaşıyoruz. Ayrıca Jandarma ve Emniyet Müdürleri ve amirlerini, MİT üst düzey görevlilerini de Ceza Hukuku’na göre asli fail olmasa dahi amirin sorumluluğu kapsamında ihlallerden sorumlu olanlar olarak kabul ediyoruz. Zira bu kişilerin büyük çoğunluğu gerek bu kapsamda gerekse bizzat sorumlu olmalarına rağmen bu ihlallerden dolayı yargılanmadılar. İnsan Hakları ihlallerinin tüm sorumlularının yargı önünde hesap vermesi ve adaletin bir nebze de olsa tesis edilebilmesi, tekrarın önüne geçilmesi için asli ve feri faillerin yargı önünde hesap vermelerinin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Cezasızlık olgusu ancak bu yolla ve ısrarlı mücadele ile geriletilebilir.
- ELDE EDİLEN BELGELERİN MÜZE’DE NASIL KULLANILACAĞI
Kişi ve Kurumlardan edindiğimiz belgeler, dava ve soruşturma dosyalarının tamamı tarandıktan sonra talep halinde ve bünyemizde oluşturduğumuz Kurul’un değerlendirmesi sonucu araştırmacıların incelemesine sunulacaktır. Ancak bu belgelerin tamamı Müze’nin dijital ortamda oluşturulan sitesinde yer almayacaktır. Site’de gerek KVKK nedeniyle gerekse kişisel ve toplumsal hassasiyetler nedeniyle her türlü belgeye yer verilmeyecek, Müze’nin amacına uygun olarak ihlal olgusunu içeren ve davaların anlaşılmasını sağlamaya yönelik nitelikteki belgelere yer verilecektir. Ve tüm bu belgelerde kime ait olursa olsun güncel adres ve nüfus bilgileri paylaşılmayacak, tanık isimleri ve şikayetçi olmayan mağdur isimleri rumuz kullanılarak kullanılacak, kişilerin ihlal anlatımını ve olgusunu içermeyen her türlü ifadesi ise üzerleri karartılarak okumaya sunulacaktır. Bunların dışında bu belgelerde ve anlatıcıların anlatımlarında yer alan ihlal sorumlusu olarak soruşturulan/yargılanan/sorumlu olarak iddia edilen şüpheli, sanık, şikayetçi/müşteki ve katılan isimleri ile İddianame, Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı, Gerekçeli Karar, rapor ve yazışmalarda yer alan görevlilerin isimlerine açıkça yer verilecektir.
- BİLGİ VE KATKI
Müze içeriğinde yer alan tüm belge ve bilgilerin doğru olması için çok dikkatli olmaya çaba harcadık. Elbette ki tüm özen ve dikkatimize rağmen olmasından son derece rahatsızlık duyacağımız eksik ve yanlışlarımız olabilir. Bu nedenle bize ulaşmanız halinde düzeltme yoluna gideceğimizi belirtmek isteriz. Gerek olası yanlışlar gerekse eksikleri gidermek, çalışmayı genişletmek adına bilgi ve belgeleri tarafımıza nfo@riturkey.org mail adresine mail göndererek iletebilirsiniz. Türkiye Araştırmaları Enstitüsü, Müze’nin amaç ve politikaları doğrultusunda her türlü bilgi, belge, görsel paylaşımı ve iş birliği için başvuru ve önerilere açıktır.